Trabzon ve Ordu gibi iki büyük şehrin arasında yer alan şehir merkezi olarak bildiğimiz şehirlerin özelliklerini barındıran bir şehir.
Otelimden çıktıktan sonra yine dolmuşa binmem gerektiği bilgisini verdiler. Dolmuşa bindikten sonra sağ tarafta denizin mavisini sol tarafta ise ağaçların aralık vermeden sıralanışını izleyerek ilerliyorduk. Merkeze geldiğimizde Dolmuştan inmiş ve Giresun kalesine doğru ilerleyen bir caddeden yukarı doğru çıkmaya başladım.
İlk İntibaının aksine aktif bir şehirle karşılaştım. Yavaş yavaş yokuştan yukarıya ilerlerken sokağın sağında ve solunda dükkanları izleyerek ilerliyorum. Hedefimde Giresun kalesini görmek olduğu için tabelalardan yolu takip ederken kıvrıla kıvrıla ilerleyen bir yokuşla karşılaşıyorum. Dinlenmeden Kaleye kadar çıkmayı planlarken yol boyunca 3 kere oturup dinlemek zorunda kaldım.
Uzun ve yorucu yürüyüşümün sonunda Giresun Kalesine ulaşmıştım. Kalenin içerisinde ormanlık arazi ile karşılaştığımda şaşırmıştım. Bu zamana kadar gezdiğim kalelerin hemen hemen hepsi yerleşim yeri olduğu için yeşillik görmek çok da mümkün olmuyordu ancak burada bu durum farklıydı.
Aşıklar yolunun girişinde ilerlemeye başladım. Adım adım ilerlerken suçluların ya da savaş esirlerinin tutulduğu zindanların yanında geçiyorum. Aşıklar yolu Giresun Kalesinin içerisini tamamen dolaşarak ilerliyor ve sonunda Giresun’u tepeden görmenizi sağlayan bir köşede son buluyor.
Bu noktaya geldiğinizde gözünüzün önünde alabildiğine Giresun manzarası ile karşılaşıyorsunuz. Küçük ama hareketli bir şehri yukarıdan seyrederken karşıda Karadeniz’in tek adası olan Giresun Adasını da izleyebiliyorsunuz. Bu manzarayı da izledikten sonra çıkarken çok yorulduğum Kale yolunu inmek için yavaş yavaş ilerlemeye başladım. Yoldan geçenler sırtımda gezi çantası ile beni görünce durup gideceğim yere bırakmayı teklif ettiler ancak ben yukarı çıkarken yorgunluktan gözümden kaçan manzaraları değerlendirmek istediğim için bu güzel teklifi reddettim.
Yavaş yavaş ilerlerken Karadeniz’in farklı görüntüleri ile yolcuğuma devam ediyorum. Bir gün yolunuz Giresun’a düşerse muhakkak kaleyi görmenizi tavsiye ediyorum.
Yazar: Eda ÖZCAN
]]>Herhangi bir yeri gezerken gezilecek mekanları seçerken öncelikle tarihi yerleri tercih ediyor olsam da daha çok doğal güzelliklerini görmek beni mutlu ediyor. Uzungöl de bende bu etkiyi yarattı.
Yola çıkmadan önce Uzungöl’e giden dolmuşları bulmam gerekiyordu. Trabzon meydanında sora sora Uzungöl dolmuşlarını buldum. Sabah erken saatte orada olmanız gerekiyor çünkü Uzungöl yolculuğu 3 – 3,5 saat arası sürüyor. Bu sebepten sabah belli bir saatten sonra dolmuş bulunmuyor maalesef. Araba kiralayarak yolculuk etmek bir seçenek olsa da ben dolmuşu tercih ediyorum. (Dolmuşla yolculuk yapınca yöre halkı, insanı psikolojik olarak gideceği mekana hazırlıyor.)
Uzungöl yolculuğu başladıktan sonra zaten doğal güzelliklere her yerde tanıklık ediyor olmanıza rağmen Uzungöl yolunda insan kendini biraz daha farklı hissediyor. Yolun sağ tarafında Uzungöl’den çıkan dere akarken sol tarafında ise inanılmaz bir yeşillik manzarası sizlere yoldaşlık ediyor. Dolmuşta tanıştığımız Mehmet amcanın deyimiyle rengarenk bir orman görüntüsüyle yolculuk ediyorsunuz. Bir sonraki sefere dedim. Muhtemelen tablolara yakışır bir görüntüdür diye geçirdim içimden.
Yolculuğun sonunda Uzungöl tüm heybetiyle karşımızdaydı. Etrafında bulunan mesire yerleri, yolun ilerisinde misafirliğe gelenleri ağırlamayı bekleyen oteller ve alabildiğine yeşil dağlar… Artık bu inanılmaz güzellikle baş başayız.
Bir kere iki tane dağın arasında doğal yollarla oluşmuş olan doğa harikası yer, inanılmaz sayıda turiste ev sahipliği yapıyor. Gittiğimde dikkatimi çeken ilk şey yerli turistin yanında hatırı sayılır sayıda yabancı turist de buraları görmek için gelmişti.
Özellikle göldeki canlı hayatına mümkün mertebe zarar vermemek için çaba sarf edilmiş. İnsanlara alışmış olan ördekleri, gölün kenarında çayınızı içerken size eşlik ediyor. Tabii ki tepelere doğru çıktıkça karşınıza çıkan kartpostal manzarası, burnunuza gelen çam kokularıyla daha güzel bir hal alıyor. Belli bir süre bu tepeden Uzungöl manzarasının tadını çıkarttıktan sonra vaktin ne kadar çabuk geçtiğini anlamadığımı fark ediyorum. Artık bu güzelliği başka turistlerin gözlerini şenlendirmesi için geride bırakıp dönme vakti geliyor. Tekrar dolmuşa binerek güneş, dağların arkasında yavaş yavaş kaybolurken Trabzon’un diğer güzelliklerine yol alacağım diğer günlere hazırlanmak için otelime doğru yol alıyorum.
Yazar: Eda ÖZCAN
]]>Sümela Manastırı, Trabzon ili Maçka ilçesi Altındere Vadisi’ndeki Karadağ’ın sarp kayalıklardan oluşan yamacına inşa edilmiş muazzam manzaraya ve tarihi güzelliğe sahip yapısıdır. Vadiden 300 metre yukarıda bulunan manastır, deniz seviyesinden de 1150 metre yükseklikte bulunmaktadır. Vadiden bakıldığında dağa yapışmış gibi görünen Manastırın tam ismi Panagia Sumela (Sümela Meryem’i) veya Theotokos Sumela’dır. Ancak bazı kesimlerde Meryem Ana ismiyle de bilinmektedir. Manastır Rum Ortodoks’lara ait olarak bilinmekle birlikte UNESCO tarafından “Dünya Kültür Mirası Geçici Listesi’nde de geçmektedir.
Sümela Manastırı eski dönemlere keşiş yetiştiren bir okul olarak kullanılmaktaymış. Kutsal kabul edilen bir ikonayı da bünyesinde barındırmaktadır. Adının Yunanca bir kelime olan melas yani Türkçe karşılığıyla siyah anlamına gelen kelimeden türediği düşünülüyor. Manastırın inşa edildiğini belirttiğimiz Karadağ’ın eski adı da Mela’dır.
Eski dönemlerde bölgedeki Rum halkının hac yeri olan Sümela Manastırı, günümüzde hala yüz binlerce Rum’u hac görevi için ağırlamaya devam ediyor. Günümüzde restorasyon çalışmalarının ardından Rum hacıların yanı sıra birçok bireyin de merakla gittiği önemli mekanlar arasına girdi. 2015 yılı Eylül ayında 3,5 yıl kadar süren restorasyon sonrası öncesinde gezilemeyen su kemeri, Çile Odası, Gözetleme Şapeli gibi bazı alanlar ortaya çıkarıldı. Ayrıca Cennet ve Cehennem, Ölüm ve Yaşam tasviri içeren fresklerin olduğu gizli geçitler de düzenlendi ve kullanıma sunuldu.
Anlatılanlara göre Bizans İmparatorluğu I. Theodosius döneminde (375-395) Atina’dan Sümela’ya gelen rahipler Barnabas ve Sophronius tarafından kurulduğu düşünülen manastırın kurulmasında meleklerin de parmağı olduğu çeşitli anlatılarda geçer. Bu konu hakkında bölgede pek çok efsane bulunmaktadır. Havarilerden Aziz Lukas’ın yaptığı iddia edilen Panagia Soumela adlı ikona meleklerce kilisenin bulunduğu yere getirilir. Meryem Ana da Barnabas ve Sophroniun’un rüyasına girerek bu ikonanın bulunduğu, meleklerce götürüldüğü yeri bildirmiş. O evrede birbirlerinden habersiz olan bu keşişler gördükleri rüyaya istinaden bölgeye gelmişler. Trabzon’da karşılaşan keşişler rüyalarında aldıkları bilgilere göre ikonayı bularak Sümela Manastırı’nı şu an bulunduğu bölgeye inşa etmişler.
Son olarak belirtmek isteriz ki Karadeniz ve doğal olarak Trabzon Osmanlı tarafından alındıktan sonra Sümela Manastırı’nın bütün hakları korunmuş, özellikle fresklerin bozulması ve tahrip edilmesi çeşitli padişahlar döneminde de yasaklanmıştır.
Yazar: Eda ÖZCAN
]]>