Angel Şelalesi İspanyolca da Salto Angel , Venezuela yerlilerin dilinde ise Kerepakupai Vena olarak geçmektedir. Araştırmalara göre Angel Şelalesi’ni ilk keşfeden 1912 yılında Venezuelalı kaşif Ernesto Sanchez La Cruz olmuştur. Ancak kaşif bu keşfini gizli tutmayı tercih etmiştir. Batının burayı keşfi ise 1935 yılında ABD’li pilot Jimmie Angel sayesinde olmuştur.
Peki şelalenin adı nereden gelmektedir. Jimmie Angel 1933 yılında değerli taşlar bulmak amacıyla uçağıyla bir yolculuğa çıkmıştır ve şans eseri bu yolculuğu sırasında Angel Şelalesi’ni keşfeder. Şelalenin bu muhteşem doğasını ve güzelliğini, karısıyla ve iki arkadaşıyla paylaşmak isteyen Jimmie şelaleye doğru tekrar yolu çıkar. Ancak uçağı Venezuelalı yerlilerin Şeytan Kanyonu diye adlandırdıkları Auyan tepesine düşer. Jimmie, karısı ve iki arkadaşı şelaleyi çevreleyen bu bakir ormanda 11 gün boyunca bir yandan doğayla bir yandan da açlıkla çetin bir savaş içerisine girerler. 11. günün sonunda küçük bir kasabaya ulaşırlar. Başlarından geçen olayı Venezuelalı yerlilere anlattıklarında ise yerliler çok şaşırırlar ve böyle bir şeyin mümkün olamayacağını söylerler. Ancak uçak enkazını gören yerliler onu yaşam mücadelesiyle ve uçuşuyla Şeytana meydan okuyan Angel diye, efsaneleştirirler. O günden sonra şelale Angel Şelalesi olarak anılmaya başlanır. 1939’da ise şelalenin adı ilk kez bir Venezuela devlet haritasında Angel Şelalesi olarak belirtilmiş ve şelalenin adı 1937 yılında bu kez ikinci karısı ve iki arkadaşına şelaleyi göstermek amacıyla tek motorlu Flamingo uçağıyla bölgeye giden Angel’ın uçağı bir tepeye inişi esnasında çamura saplandı. Yaralanan olmadı ancak Angel ve beraberindekiler en yakın yerleşim yerine varabilmek için ellerindeki kısıtlı yiyecekle 11 gün yürümek zorunda kaldı. Bu macera şelalenin de ününün bir anda yayılmasını sağladı ve 1939 yılında artık Angel Şelaleleri Venezuela’nın resmi haritalarında yerini almaya başlamıştı.
Angel’in çamura saplanan uçağı tam 33 yıl sonra bir helikopterle bulunduğu yerden kaldırıldı, Maracay’daki Havacılık müzesinde tekrar monte edildi ve şu anda Ciudad Bolívar havaalanının önünde, açık havada sergilenmektedir. Bir kazada yaralanıp 1956 yılında ölen Angel’in külleri eşi ve çocukları tarafından vasiyetine uyularak 1960 yılında Angel Şelalesine resmiyet kazanmıştır.
]]>Bu doğa harikası şelale ya da havuz, Antalya’nın Serik ilçesine bağlı olan, Gökçe pınar köyünde ve Karapınar vadisi içerisinde yer almaktadır. Gelin şelalesinin suyuyla hayatta kalan Viking havuzu görülmeye değer yerlerdendir. Bu doğa mucizeleri Saflığını ve bakirliğini asla kaybetmeden günümüze gelmiş olan doğal harikalardır.
Gelin şelalesi Beydağları arasında olan Karapınar vadisinin derinliklerinde bulunan Gelin şelalesi görülmeye değerdir. Beydağları kalker kayalardan oluşmuştur. Çok kolaylıkla erime özelliğinde olan bu kayalar ise sayısı bilinmeyen bir dolu vadi oluşturmuştur. Oldukça güzel ve esrarengiz bu vadiler çok dikkat çekmektedirler.
Karapınar Vadisi iç kısımlarında yer alan gelin şelalesi Wikings Pool: Gelin Şelalesi adıyla nam salmıştır. Müthiş gizemli bir noktada yer alan gelin şelalesinin üst noktalarında Etler Şelalesi vardır. Biraz ileri bir noktada ise Gökbüvet adındaki çok ilginç doğal bir havuz görebilirsiniz. Bu havuzun kenarındaki küçük mağaranın üzerinden havuza sular damlamaktadır. Bu manzara inanılmaz güzeldir adeta rüyadasınız hissiyatı sağlamaktadır. Bu doğal havuzun üzerinde yine küçük bir şelale daha bulunmaktadır.
Antalya coğrafyasının çok büyük kısmı dağlık alanlardan oluşmaktadır.
Gelin Havuzu veya genel adıyla gelin şelalesi çok değişik ve güzel doğal bir havuzdur. Antalya’nın merkezine 65 kilometre mesafededir. İlginç olan ise yaz veya bahar aylarında gidilirse bu şelale zayıf ve dolgun olmayan bir görüntüyle sizi karşılamaktadır. Fakat sonbahar ve kış aylarında gidecek olursanız müthiş güzellikte ve belirgin ve dolgun suları olan bir şelale görebileceksiniz.
Gelin şelalesinin kaynakları yaklaşık 6 veya daha fazla şelaleden oluşmaktadır Gelin şelalesini Antalya’da dahi bilen kişi sayısı çok azdır. Bu sebeple oldukça temiz kalabilmiştir. Doğal güzelliklerini bu denli temiz kalmışı ve gizemini korumuş olanlarını bulabilmek de şans işidir. Doğal güzellikleri yaşatmak adına çok ve değerli bir şanstır denilmektedir.
Gelin Şelalesine ulaşabilmek adına, zaman zaman zorlu bir yoldan geçilmektedir. Buralarda telefon falan da çekmez. Ayak burkulmalarına karşın önlem almalı ve kalın bir botla yola çıkmalısınız. Yürüme mesafesi yaklaşık 20 dakikalık bir yürüyüşü kapsıyor.
Ülkemizdeki gelin şelalesi gibi dünyada da Peru da bir tane Gelin şelalesi bulunmaktadır. Bu şelale ise Amazon bölgesindeki iki katlı bir şelaledir. Gelin silueti şeklinin en güzel örneklerindendir. Ülkemizdeki Gelin şelalesi ise diğer adıyla Gelin havuzu olarak bilinmektedir. Ve doğal harikalar adına eşi benzeri olmayan bir güzelliktedir. İkisi de gelinlik giymiş bir hayali andırmaktadırlar. Kim bilir bu doğal güzelliklerin daha niceleri el, ayak değmemiş bakir doğal yerlerde bizleri ve keşfedilmeyi beklemektedir
Antalyanın serik bölgesinde doğallık kokan bir dolu şelaleye rastlamak mümkündür. Bunlardan en güzeli ve bilineni ise gelin şelalesi olarak notlar arasına düşülmüştür.
]]>Bu sebepten hem Antalya’yı gezeyim hem de insanlara güzelliklerini, tarihi alanlarını anlatayım istedim.
Tarihi açıdan birçok medeniyetin gelip geçtiği ve denize nazır manzarasıyla Alanya Kalesinden bahsetmek gerek sanırım. Alanya Kalesi 13. Yüzyılda Selçuklar tarafından yapılan bu kale Helenistik dönemin izlerini taşımaktadır.
Denizden 250 metre yüksekte, 6 kilometreden fazla uzunluğa sahip surlarıyla muhteşem bir görüntü sergilemektedir. İçerisinde hemen hemen her kalede gördüğümüz suçluların ve esirlerin tutulması için yapılmış zindanlar mevcut. Surların kenarından denize bakmak muhteşem bir his.
Kaleden ayrıldıktan sonra arkadaşımla Antalya’nın minik ve güzel ilçesi Side’de bulunan antik kenti ziyaret etmeye karar verdik. Yolculuk sıcak havanın etkisiyle biraz yorsa da Side sokaklarından antik kente doğru ilerlerken, daracık sokaklarda sağlı sollu sıralanmış hediyelik eşya dükkanlarını izleyerek antik kente doğru ilerlemek bu yorgunluğu bir nebze olsun unutturdu.
Antik kente geldiğimizi beyaz rengin alabildiğine her yerine sirayet ettiği tarihi yapılar, karşımızda adeta yolumuzu aydınlatıyordu. Antik kentin içerisinde gezerken kaldırımlarda antik roma sütunlarına benzer sütunlar size eşlik ediyor. Antik tiyatronun kemerli kapıları bütün heybetiyle orada duruyordu. Geçen yılların yıprattığı duvarlara inat heybetinden hiçbir şey kaybetmemişti.
Antik tiyatronun yanından ilerlerken müze ile karşılaştık ve içeri girmeden olmaz diyerek hemen kendimizi içeri attık. Antik zamandan kalan mezarlara aslan heykelleri eşlik ediyordu. Zamanda yolculuk yapmak gibi bir şeydi.
Antalya’ya gelip de Manavgat şelalesini görmeden dönmek olmaz dedik ve yönümüzü Manavgat şelalesine çevirdik. Yol biraz uzasa da karşımızda Manavgat şelalesini gördüğümüzde bütün yorgunluğumuz yerini müthiş bir keyfe dönüştü.
Bu doğal güzelliği muhakkak görmeniz gerekiyor. Muhtemelen tasvir etmeye çalışsam kelimelerin yetmediği, ne kadar güzel anlatırsak anlatalım bir tarafının eksik kaldığı bir anlatım olur.
Manavgat şelalesinden sonra ise planımızda olan başka bir ile gitmek üzere bu güzel şehirden tekrar geri dönmek üzere ayrılmak zorunda kaldık.
Yazar: Eda ÖZCAN
]]>