Louvre Müzesi Tarihi
Bugün müze olarak kullanılsa da Louvre Müzesi aslında en başından beri bir kaleymiş. 1190 yılında Kral Philippe Auguste bu kaleyi yapmış. 16. Yüzyılda ise Kral 1. François, burayı Kraliyet sarayı olarak kullanmaya karar vermiş. Tam da bu dönemde İtalya’ya 12 tablo getirilmiş. Böylece Kraliyet Sanat Koleksiyonunun temelleri de atılmış. Sonrasında da koleksiyona sürekli eklemeler yapılmış ve kraliyet ailesi sanat eserleri toplamakla yetinmeyip 1692 yılında Kral XIV. Charles iki sanat akademisi kurmuş. 1793 yılında ise Kraliyet Ailesi’nin resmi konut olarak Versailles Sarayı’na taşınmış. O süreç içerisinde de Louvre bir müze olarak 537 adet eserle halka açılmış. Ne hikaye ama değil mi?
Louvre Müzesinde Batı Avrupa, Doğu Avrupa, Mısır ve diğer İslam eserleri farklı alanlarda sergileniyor. Resim, heykel ve dekoratif eserler olarak sınıflandırılıyorlar. Müzedeki koleksiyonlar, Mİchelangelo, Raphael, Leonardo da Vinci, Rosso ve Primaticco gibi usta eserlerle başlamış. 19. Yüzyıla kadar da büyümüş. Mona Lisa, Saint Jean Baptiste, Madame Récamier gibi eserler müzede resim koleksiyonu içerisinde bulunuyor. Heykel koleksiyonu ise 1790larda açılmış fakat eserler çok nadirmiş. En başta sadece Michelangelo, Raphael, Carracci gibi ustaların eserleri bulunuyormuş. 1824 yılında ise modern heykeller bölümü ile ziyarete açılmış.
Michelangelo’nun Köleler isimli eseri heykeller bölümünde sergileniyor.
M.Ö 4 bin yılından M.S. 4. yüzyıla kadar Nil Deltası’nda yapılan resimler heykeller, mumyalar ve sfenksler de müzenin Antik Mısır Koleksiyonu içinde sergileniyor. Bu da dünyanın en büyük müzesi Louvre Müzesinin şanına yakışıyor.
Louvre Müzesi içindeki en yeni bölümlerden biri ise İslam Eserleri Koleksiyonu. İslam Eserleri Koleksiyonu, 2012 yılında ziyaretçiye açılmış. Burada 3 binin üzerinde eser sergileniyor. Eserler arasında minyatürler, heykeller ve taş yazıtlar bulunuyor.
Louvre Müzesi Cam Piramiti
Louvre Müzesinin dışındaki ünlü Cam Piramit, Çinli Mimar I.M. Pei tarafından 1989 yılında yapılmış. Yapıt 21 metre yüksekliğinde. Bu eseri mutlaka ama mutlaka filmlerde, belgesellerde veya resimlerde görmüşsünüzdür. Canlı olarak görmek ise apayrı bir tecrübe. Bundan emin olabilirsiniz. Louvre Müzesi çevresinde tek bir piramit yok fakat 4 cam piramit içinde en büyüğü olduğundan en akılda kalıcısı diyebiliriz.
Louvre Müzesinde iki tane bahçe var. The Tuileries ve Carousel isimli iki ana bahçe herkesin ziyaretine açık. Müzeyi gezdikten sonra soluklanmak için bahçedeki banklarda oturabilirsiniz. Üstelik bu bahçeler UNESCO koruması altında. Mutlaka görmenizi tavsiye ediyoruz.
]]>Dubai denince akla kurak iklimi ile uçsuz bucaksız bir çöl geliyor olabilir fakat bu yerdeki hava hiç mi hiç Dubai’nin iklimine benzemiyor. Hatta bazı turistler buranın bir serap olduğunu bile düşünmüyor değil. Burası yalnızca bir park da değil hayaller aleminin ötesinde adeta. Çok övdük değil mi? Çünkü mutlaka gidip gezmeniz gerekiyor!
Dubai Bahçeleri (Dubai Miracle Garden), 72 metrekarelik bir alan. Bahçe, 14 Şubat 2013’te açılmış. Aslına bakarsanız çok romantik bir başlangıç diyebiliriz. Bu parkta 45 milyon farklı çiçek çeşidi olmak üzere 110 milyona yakın çiçek yer alıyor. Bu çiçekler, damla sulama ile sulanıyor. Yani oldukça özel bir yöntem. Günlük kullanılan su miktarı yaklaşık 800 litre.
Mükemmel güzelliği ile şanına şöhret katan bu bahçeler, en uzun çiçek duvarına sahip olma özelliğinden dolayı Guinnes Rekorlar Kitabında yer alıyor. Aynı zamanda Moselle Award for New Garden Experiences of the Year by Garden Tourism ödülünü 2015 yılında kazanıyor. Bizce çok daha fazlasını hak ediyor bu bahçe.
Bahçenin maliyeti 11 milyon dolar kadar. Hayal etmesi zor değil mi? Bahçe, her yıl yoğun bir bakım onarımdan geçiyor. Bu mucize bahçe ancak ekim ve nisan ayları arasında faaliyette oluyor. Yani gidip görme zamanınız kısıtlı diyebiliriz. Genelde hazirandan eylül ayına kadar bakımda oluyor. Bunun nedeni de 40 derece ve üzeri havalar. Hava çok sıcak olduğundan çiçekler açacak elverişli ortamı elde edemiyor.
Bahçede, çiçeklerle örülü havuzlar, çitler, birçok desende devasa tasarımlar, eski arabalar, evler yani aklınıza gelecek birçok çiçekli yapı sizi karşılıyor. Gittiğiniz anda ‘’keşke burada yaşasaydım’’ demeniz çok muhtemel. Masallarda yaşasanız anca bu kadar yani.
Dubai Bahçelerinde, açık ve kapalı otopark bulunuyor. Mescit, ilk yardım alanı, engelliler için özel araçlar ve dinlenme alanları da var. Hediyelik eşyalar da alabiliyorsunuz. Yemek yeme alanları ve tuvaletler de tabi ki de atlanmamış. Burada bir de kelebek parkı bulunuyor. Kelebek bahçesinde 26 türden kelebek yer alıyor. Bahçedeki kelebeklerin sayısı en az 15 bin adet…
Parkın şöhreti günden güne yayılıyor. Burada birçok fotoğraf çekebilir, anılarınıza anı ekleyebilirsiniz. Yalnız unutmayın ki çiçekleri koparmak ve toplamak yasak. Bu güzel bahçeye zarar vermeniz söz konusu değil. Yönetimin bu konuda ciddi cezaları bulunuyor. Parkı temiz tutmak açısından piknik de yasak. Bunlar dışında dikkat etmeniz gereken sert bir kural bulunmuyor. Biz deriz ki: Gidin ve keyfini çıkarın!
]]>Kolezyum Hakkında Kısa Bilgiler
Kolezyum, 55 bin seyirci kapasitesi olan 80 kemer girişe sahip bir arenadır. Yapının yüksekliği 49 metredir. Kolezyum, bu özel adını İmparator Neron’un ‘’Colossus’’ adlı heykelinden almıştır. 30 metre yüksekliği olan bu devasa heykel Kolezyum’un çok yakınlarında bulunmaktadır.
Gladyatör veya hayvan dövüşlerinin yapıldığı arena alanı belki de Kolezyum’daki en etkileyici yerlerden. Arena kısmında bir de İmparator Podyumu mevcutmuş. Burası da İmparator ve şehrin seçkin ailelerinin locasıymış. İç duvarları tuğladan yapılan arenanın zemini kumla kaplı. Bunun nedeni ise kumun, dövüşlerde ölen veya yaralanan gladyatörlerin kanlarını emmesi ve temizlemesiymiş.
Devasa Arena Kolezyum’un Dış Duvarları ve Yer Altı Yapısı
Kolezyumda geniş koridorlar ve geçitlerle ulaşım sağlanırmış. Hayvanlar ve gladyatör olarak dövüştürülen köleler varmış. Suçlular için aşağı yukarı hareket eden kafesli hücreler bulunuyormuş. Tüm bunlar kulağa ne tuhaf geliyor değil mi? Gerçekten hepsi bir mühendislik harikası.
Constantinus Kemeri
Constantinus Kemeri Kolezyum’un hemen dışında yer alıyor. Constantinus Kemeri, bu bölgenin en çok turist alan yerlerinden sadece bir tanesi. Kemer, 21 metre yüksekliğinde ve yapı art arda 3 kemerli girişlerden oluşuyor.
Kolezyum’a Nasıl Gidilir?
Kolezyum, Roma’nın merkezinde. Roma Forumu’nun hemen güneydoğusundadır. Adresi ise Piazza del Colesso, 1, 00184 Roma. Roma’da bir turist iseniz buraya ulaşım çok kolay. Neredeyse heryer bu tarihi ve devasa yapıya çıkıyor.
Piazza Navona, Pantheon ve bu gibi çevrelerden gidecekseniz yürüyerek en fazla 25-30 dakika sürüyor. Şöhreti büyük Termini Tren İstasyonu’ndan gidecekseniz de yine yürüyerek 10 dakikada Kolezyum’a ulaşabiliyorsunuz. Toplu ulaşım tercih ederseniz de Metro B hattını kullanın. Bu metro hattında iseniz Colesseo İstasyonu’nda inmelisiniz. Buradan Kolezyum en fazla 2-3 dakika kadar uzaklıkta.
Bilet almak istediğinizde internetten veya gişeden bilet alabilmeniz mümkün. Uzun kuyruklarda beklemek istemezseniz biletleri internetten hızlıca alabilirsiniz. Fiyatlar da hiç öyle uçuk değil. Giriş yetişkinler için 16 euro civarında, 18 yaşından küçükler için ve 65 yaş üstü büyükler için giriş ücretsiz. Yapıyı haftanın yedi günü de ziyaret edebilirsiniz. Ziyaret saatlerine websiteden ulaşabilirsiniz. Uzun lafın kısası Kolezyum’a gitmek size harika ve eşsiz anılar katacak. Bundan eminiz.
]]>Maldiv Cumhuriyeti, Hint Okyanusu’nda Hindistan’ın güneyinde ve Sri Lanka’nın yaklaşık 750 km güneybatısında yer alıyor. Maldiv Cumhuriyeti 1.200 adadan oluşan bir devlet.
Maldivler’de Neler Yapabilirsiniz?
Maldivlerin yer altı yapısına bakarsak adalar genel olarak atollerden oluşur. Atol, bir lagünün etrafındaki ada topluluklarıdır. Burada sayısızca mercan resifi vardır. Yani, denizin altı inanılmaz zengin. Bu yüzden de Maldivlerde en iyi yapacağınız etkinliklerden biri dalış yapmak. İster şnorkel ile basit bir dalış yapabilir ister tüle dalış yaparak mavi suların en derinlerine ulaşabilirsiniz. Bu tamamen keyfinize ve cesaretinize kalmış.
Maldivlerdeki gözde yerlerden diğer bir tanesi ise Baa Atolü’dür. Burada akşam yürüyüşü yaparken adeta bir sanat filmi izler gibi olursunuz. Geceleri, planktonlar kıyılara vurur ve Rönesans tablosu gibi zengin bir sanat eseri çıkar karşınıza. O anı yaşamanızı tavsiye ederiz.
Adalarda, tekne yolculuklarına çıkabilirsiniz veya oradaki restoranlarda harika bir akşam yemeği yiyebilirsiniz. Bunların dışında spa masajı yaptırabilir ve kendinizi rahatlatabilirsiniz. Buradaki masörler inanılmaz profesyonel. Kendinizi ellerine rahatlıkla bırakabilirsiniz.
Maldivlerde, sörf yapabilir; ıssız adaları gezebilir ve fotoğraf çekimleri için yapılan uçuşlara katılabilirsiniz. Uçuşlar ile Maldivleri yukarıdan da kuşbakışı olarak görebilir ve ölümsüz kareler biriktirebilirsiniz. Bu uçuşlar, deniz uçakları ile gerçekleştiriyor. Ayrı bir deneyim yaşayacağınızdan biz eminiz.
Maldivlerdeki Ünlü Yerler Nelerdir?
Her ada birbirinden güzel, her ada birbirinden eşsiz… Fakat bazıları var ki diğer adalardan daha çok ziyaretçi çekiyor. Özellikle Alimatha Adası ve Hulhumale Adasını tavsiye ederiz.
Plajlardan ise en ünlüsü The Artificial Beach. Bu plaj, Başkent Male’de bulunuyor. Başkent Male’de yerli halkı da görmüş olursunuz ve farklı bir deneyim yaşayabilirsiniz. The Bikini Beach ise Maldivlerin bilinen en büyük plajlarından bir tanesi. Orayı da gezip görmenizi öneririz.
Maldivlerdeki en güzel dalış noktaları; Nassimo Thila, Gurufushi Thila, The Maldives Victory, Lion’s Head ve Okobe Thila’dır. Bu noktalarda güvenle dalış yapabilir ve mavi suların derinliklerinde büyülenebilirsiniz.
Dini ve kutsal yerleri de gezmek isterseniz 1656 yılında İbrahim İskender’in yaptırdığı Old Grand Friday Mosque ( Hukuru Mİskiiy) ‘i ziyaret edebilirsiniz.
Kısacası Maldivlerde atacağınız her adım sizin şaheser anılar biriktirmenizi sağlayacak. Mutluluk, eğlence, özellikle de huzur arıyorsanız Maldiv Adaları tam size göre. Tabi buna biraz bütçe ayırmak gerekebilir. Fakat değeceğinden eminiz. Google’dan fotoğraflarına bakarken bile büyülendiğiniz Maldivler Adası, cüzdanınızın ağzını açtıracak olsa da geriye dönüp baktığınızda ‘’iyi ki buraya gelmişim.’’ dedirtecek cinsten bir gezi olacaktır.
]]>Lviv, Ukrayna’nın batısında yer alıyor. Ukrayna’nın en Avrupai kentidir. Sayısız etnik kesim, din ve milletten insan var. Şehrin tarihi 750 yıllık bir sürece dayanıyor. Görülecek, gezilecek yer çok fazla yani. Lviv’de 60 müze, 100’den fazla katedral ve kilise bulunuyor. Şehrin her köşesinde yeni bir sürprizle karşılaşabilirsiniz.
Lviv’e adım attığınız an ilk gitmeniz gereken yerler arasında Lviv Opera Binası geliyor. Opera Binası, Svobody Caddesinde yer alır. Bina tüm gün aktif. Konser, bale opera, tiyatro hepsi var. Üstelik Avrupa’nın da en iyi opera binalarının arasında yer alıyor. Cepheleri heykellerle donatılmış ve binadaki mimari tarzlar arasında da çeşitlilik gözüküyor. Opera Binasında dünyaca ünlü oyunlar sergileniyor. 1900’de inşa edilen Lviv Opera Binasındaki opera performansları ancak 18. Yüzyılın sonlarında sergilenmeye başlıyor. Binanın mimarı Zygmunt Gorgolevski. Gorgolevski, Opera Binası inşa edildikten maalesef çok kısa bir süre sonra hayatını kaybetmiş. Bina, Neo-Rönesans tarzda yapılmış. 2. Dünya Savaşında bile gösteriler devam etmiş. Sadece 1930larda kısa bir dönem için kapalı kalmış. Özgürlük Bulvarında bulunan Opera Binasında her sezon yepyeni gösteriler sunuluyor. Lviv’e gelmeden önce biletinizi alın deriz.
Binanın iç dekorasyonu çok çeşitli. Resimler, mozaikler, rölyef süsleri, altın detayları oldukça çarpıcı. Binadan içeri girdiğiniz anda atmosferine kapılıp gideceksiniz. Bu eşsiz güzelliğe şahit olmalısınız. Lviv’e geldiyseniz eğer bir gösteri izlemek için mutlaka bir bilet almalı ve gösteriye katılmalısınız. Lviv Opera Binasında ise Aynalı Salon ünlü. Akustik bakımından dünyada sayılı opera salonlarından biri. Gidip görmenizi mutlaka tavsiye ederiz.
Opera Binası Yol Tarifi: Svobody Caddesinde 33 numaralı troleybüsle veya 3N, 4N, 5N, 5A, 46, 53, 114 numaralı otobüslerle ulaşım sağlayabilirsiniz. Navaria Nova, Hotel Rafael, Kopa Hotel, Opera Binasına çok yakın. Buralarda konaklama sağlayabilirsiniz.
]]>Kaş Merkez
Uzun Çarşı Eski Cumbalı Konakları ile Kaş’in merkezinin en güzel sokağı… Taş zemini, begonvillerle süslü ahşap evleriyle Uzun Çarşı, turistlere büyülü bir yolculuk vadediyor. Butikler, antikacılar, hediyelik eşya dükkanları, kuyumcu ve halıcıların olduğu sokak, hem güzel bir alışveriş imkanı sunuyor hem de samimi ortamı ile Kaş’ı sizlere tanıtıyor. Ayrıca Uzun Çarşı’nın ara sokakları da bulunmayı bekleyen birçok gizem barındırıyor.
Uzun Çarşının sonunda mezar lahitlerinin en bilineni Aslanlı lahit ziyaretçileri karşılıyor. Kral lahdi olarak da bilinen bu lahit, ruhun ölümsüzlüğüne duydukları inançla ölümden korkmayan Likyalilar’ın döneminden kalma. Üzerinde bulunan sekiz satırlık Likya dilindeki yazıyı ise maalesef günümüzde bile kimse okuyamıyor.
Antiphellos, Kaş’ın Likya Medeniyeti dönemindeki ismi. Antiphellos Antik Kenti kalıntıları, mezarları ve antik tiyatrosu ise rahatça ulaşılabilecek bir mesafede.
Ayrıca Kaş’a gelmişken Korkuteli yolu üzerindeki seyir terasına çıkmayı da unutmayın. Bütün Kaş bu seyir terası ile ayaklarınızın altına serilmiş gibi görünüyor.
Kaş’ta denize girmek için güzel lokasyonlar arıyorsanız da Küçükçakıl Plajını, Büyükçakır Plajını, Hidayet’in Koyunu ve Limanağzı’nı ziyaret edebilirsiniz.
Kaş’taki En Ünlü Plajlardan: Kaputaş Plajı
Kaputaş, Akdeniz Bölgesinin en güzel ve en renkli plajlarından sadece bir tanesi. Kaş- Kaputaş arası en fazla 20 dakika kadar sürüyor. Yaz dönemlerinde aşırı kalabalık olduğundan sabah saatlerinde gitmeniz ve kendinize yer tutmanızı tavsiye ederiz. Deniz de her zaman dalgalı. Suları sevenler için nefis bir yer diyebiliriz.
Türkiye’nin En Güzel Köylerinden: Kaleköy (Simena)
Kaş’ta gezilecek en güzel yerler arasında Kaleköy-Simena yer alıyor. Burası Kekova Adasının tam karşısında ve Kaş ile Finike arasında kalıyor. Manzaraları Türkiye’nin en güzel manzaralarından diyebiliriz. Yalnız şunu söylemekte fayda var: buraya karayolu ulaşımı yok. Kaleköy eskiden Simena olarak bilindiği için Simena olarak da günümüze kadar bu ismi koruyor. Simena-Ören’de Simena Kalesini, kale surlarını ve tapınakları, kaya mezarları, antik tiyatroları görebilir ve buraları ziyaret edebilirsiniz.
Kayalık Bir Ada: Kekova Adası
Kekova Adası, Antalya’nın Demre ilçesinde yer alıyor. Burası kayalık bir ada. Türkiye’nin en iyi dalış noktalarından. Kekova Adası, doğal SİT alanı olarak da koruma altında.
Hem Antik Bir Kent Hem de Güzel Bir Plaj: Patara
Patara, Likya Medeniyetinin en önemli kentlerinden. Burada Vespasianus Hamamı, Patara Tiyatrosu, Korint Tapınağı gibi tarih kokan yerleri ziyaret edebilirsiniz.
]]>Rijks Müzesi (Rijksmuseum)
Rijk Müzesinde, tarihin en önde gelen sanatçılarının eserleri bulunuyor. Hollanda’nın en ama en önemli eserleri Rijk Müzesinde sergileniyor. Tabi ki de bu isimlerin içinde Hollanda’nın en ünlü sanatçılarından biri olan Rembrandt da geliyor. Rembrandt’ın ‘’Gece Bekçisi’’ adlı eseri burada sergileniyor.
Van der Helst, Vermeer, Frans Hals, Ferdinand Bol, Albert Cuyp, Jacob van Ruisdael ve Paulus Potter gibi büyük sanatçıların eserlerine de bu müzede yer veriliyor.
Rijk Müzesine giriş sadece 20 Euro. Eğer internetten satın almayı düşünürseniz daha ucuz bir fiyata bilet alabilirsiniz. Üstelik bilet sırasına da girmek zorunda kalmazsınız.
Rembrandt’ın Evi (Rembrandt House Museum)
Daha önceden de söylediğimiz gibi Amsterdam ile özdeşleşen sanatçı Rembrandt’ın evi Hollanda’da en çok ziyaret edilen yerlerden bir tanesi. Rembrandt, 17. Yüzyılda Amsterdam’da yaşamış ve birçok sanat eserini de burada tamamlamış. Talihsiz sanatçı, 1656 yılında iflas etmiş ve hem evini hem de evinin içindeki tüm eserleri kaybetmiş. Fakat adı önüne çıkan tüm engellere rağmen tarihe altın harflerle kazınmış. Rembrandt’ın evini gezerken bir yandan da ilginç hikayesini dinlemek isterseniz bilet fiyatınıza dahil olarak sesli rehber de yanınıza alabilirsiniz. Böylece evin hikayesine kendinizi daha çok kaptırır ve zihninize kazınan bir anı kazanmış olursunuz.
Anne Frank’in Evi (Anne Frank House)
Anne Frank, Adolf Hitler’in Almanya’da yönetime geçmesinden sonra ailesi ile beraber Amsterdam’a taşınmış. 1942 yılında Almanlar Hollanda Yahudilerinin peşine düşmüş ve Anne Frank ailesiyle beraber babasının iş yeri olan binada saklanmaya başlamış. Ne talihsiz bir hikaye değil mi? Üstelik bu gizlenme 2 yıl boyunca sürmüş. Anne Frank bu sürecin hepsini günlüğünde bir bir not almış. Gün gelmiş ki birileri Frank ve ailesini ihbar etmiş. Geride kalan ise sadece babasıymış… Anne Frank ise Almanların teslim olmalarından kısa bir süre önce tifüsten ölmüş. İşte bu hüzünlü hikaye tüm dünyadan Anne Frank’ın gizlendiği eve ziyaretçi topluyor.
Anne Frank’ın günlükleri bir süre sonra dünya çapında üne kavuşmuş. Hal böyle olunca bu durumdan muzdarip kişiler adına Anne Frank Vakfı kurulmuş. Böylece genç kızın hikayesi toplumsal farkındalığa dönüşmüş. 1957 yılında ise vakıf, evi satın almış ve binaların hepsi müzeye çevrilmiş. Evin savaş sonrasındaki hali ise tamamen korunmuş ve ziyarete açılmış. Günümüze kadar gelen bu hüzünlü hikaye ise tüm dünyanın ilgisini çekmiş ve müze aktivilerini hala sürdürüyor. Tarihi damarlarınızda hissetmek istiyorsanız Anne Frank’in evine gitmenizi tavsiye ediyoruz.
]]>